TAYLAN KARA'NIN KİTABI ÜZERİNE/ÖZDEMİR İNCE
“Bir yazarın (eleştirmenin) kalitesini yazıları kadar yaptığı alıntılar da belirler. Taylan Kara’nın, Edebiyatla Ahmaklaştırma Felsefeyle Çökertme 2 (Bulut Yayınları) kitabını okuyunca bu adamın akılla bir işi var, dedim içimden. Akıl iyidir!”
Bir yazarın (eleştirmenin) kalitesini yazıları kadar yaptığı alıntılar da belirler. Taylan Kara, Edebiyatla Ahmaklaştırma Felsefeyle Çökertme 2 (Bulut Yayınları) adlı kitabının 94 sayfasında başlayan bölümün adını Goya’nın bir tablosundan ödünç almış: “Akıl Uykuya Dalınca Canavarlar Türer”. Başlığın altında da Berthold Brecht’ten bir alıntı var: “Belli boyutlara ulaştığında ahmaklık görünmez olur.”
Bunları okuyunca, bu adamın akılla bir işi var, dedim içimden. Akıl iyidir!
Sonra, aynı sayfada şu satırları okudum : “‘Ay’a kadar 4 şeritli yol’... Bu bir ressamın hayal gücü, fantastik bir roman yazarının yaratıcılığı olabilirdi elbette. Ancak bunun ‘yüksek hayal gücü’ ya da ‘yaratıcılık’ kabul edilebilmesi için olgu ile kurguyu ayırabilecek bir akıl şarttır. İnsan türünün düşünce tarihindeki ilk büyük sıçramalarından biri, olgu ile kurguyu birbirinden ayırmasıdır. Olgu ile kurgunun ayrımı, gerçek olan ile olmayanın ayrımı insan türünün en önemli ilerleme eşiklerinden biridir.”
Ve kararımı verdim: Bu yazar hem entellektüel hemi de eylemli bir aydın! Olgu ile kurgu aynı zamanda sanat yapıtlarının da mayasıdır. Yazar ve kitabıyla ilgilenmem için bu kadarı yeter.
‘ELEŞTİRİ BUDUR, YIKACAKSIN! YIKILMASI GEREKEN YIKILIR!’
18 Şubat 2020 günlü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Tarikatlar Yasaklanmasa mıydı?” başlıklı yazımda “Devrim yapmak züccaciye dükkanına fille girmektir. Cumhuriyet bunu yaptı” diye bir cümle var. İslamcı bir Zübük’e çuvaldız batırmak için yazmıştım.
Şimdi buradan hareketle şöyle bir cümle yazacağım: “Eleştiri züccaciye dükkanına fille girmektir!”
Ya da bir keçi sürüsüyle girilecek züccayiye dükkanına. Amaç oradaki cıncık-boncuğu, cam, porselen, seramiktüründen kırılgan eşyaları darmaduman etmek. Eleştiri budur. Yıkacaksın! Yıkılması gereken yıkılır. Tıpkı depremde yıkılan binalar gibi. Depreme dayanıklı bir yapıtı (binayı) 10 şiddetindeki eleştiriler bile yıkamaz.
Edebiyat ve sanatta eleştiri “yıkıcı” olmalıdır, “yapıcı” eleştiri olmaz. Eleştirmen öğretmen değildir.
Taylan Kara tam anlamıyla “yıkıcı” bir eleştirmen. Yıkıma çatıdan değil de temelden başlaması çok iyi. Aferin!
‘ELEŞTİRMEN TAMİRCİLİK YAPMAZ’
Şiirle uğraştığım için kendimi “Tamirci” olarak tanımlarım, tanımlamıştım. Eleştirmen tamircilik yapmaz.
Türk edebiyatının beni delirten kötü huyları vardır: “Beni sokmayan yılan bin yaşasın”, “Tekkeyi bekleyen çorbayı içer” gibi atasözlerini kanıtlayan huylar; “Asabiye” (kabilecilik, kayırmacılık); “Al gülüm ver gülümcülük”, “Üç kağıtçılık”, “Hatır-gönülcülük”, “meyhanecilik” ve yeni icat olan “paralı askercilik” …
Özellikle Yazmasam Olmazdı” ve Mahşerin Üç Kitabı’nı oluşturan 2000 öncesi yazılarımda, dikenli incir yazılarda, bunların üzerine yürümüştüm.
Türk edebiyatının en seçkin huylarından biri “Barış içinde birlikte yaşama” ilkesidir. Çoğunluk kıdemlenerek atama sırasına giren küçük memurlar gibidir. Bu esnaf yığışımı edebiyat ortamını zehirler…
ÖCÜÜ!
Siyatik sinirlerimi zonklatan bu müsibetlerin tamamı Taylan Kara’yı da ifrit ediyor: O, benim tamir etmeye çalıştığım binaları kökünden yıkıyor. Hayran olduğum bir “sarcasme” (hiciv, ironi, alay, hümur) var yazılarında. Bu tür tavırlara “sarkastik” denir ki eski Yunanca’da “Köpeklerin ısırarak et koparması” anlamına da gelir. Eleştiri işte böyle olacak. Görenlerin “Öcüü” diye ödleri patlayacak.
Ama ödleri patlayanlar birleşip bok atarlar.
Böylesine mudanasız, petvasız, korkusuz, cesur yazılar.
‘ORTAK AKIL’IN VESAYETİ!
Bazı örnekler:
1- Prof.Dr.Yıldız Ecevit; “H.A.Toptaş Türk Edebiyatında bir Kafka’dır” (s.21). Taylan Kara, koskoca profesör dediğine göre doğrudur diye düşünmüyor. Profesör inandırıcı bir açıklama yapmadığı için “Acaba ikisi de memurluk yaptığı için mi benziyorlar?” diye düşünüyor ve Yıldız Ecevit’in iki yazar arasında yazınsal ve kurgusal bağlamda bir benzeşimi gösteremediğini saptıyor.
2- Kendi aklını oluşturmak babında (s.45): “Kendi aklını kullanmak cesareti göstermek (Kant) için insanın ilkin “kendi aklını” oluşturması gerekir” diyor. Ben de “‘Kendi aklını Ortak Akıl’ın vesayetine verme” diyorum.
3- Kanıtsız yorum babında (s.48): “Konu ne olursa olsun ve ne kadar alakasız olursa olsun, sözü cumhuriyete getirip bir laf sokmak Murat Belge metinlerinin alametifarikasir. Bu olmadan o metin eksik kalır” diyor. Ki çok haklıdır!
4- “Postmodern felsefe akıl karşıtıdır, aydınlanma karşıtıdır, insanı tarihin öznesi olmaktan çıkartır, nesnel gerçekliği kabul etmez, bilimsel düşünce yöntemini tahakkümcü bir yöntem olarak görür” (s.73) diyor ki altını imzalarım.
5- “Akıl uykuya dalınca canavarlar türer” babında (s.94): Fantastik söylem ile nesnel olgu birbirine girerse, kimileri R.T. Erdoğan’ın “Ay’a dört şeritli yol” yaptıracağına inanır. Yalanlar gerçek, gerçekler yalan olur. Olgu (nesnel gerçek) ile algıyı, olgu ile kurguyu (fiction) ancak akıl birbirinden ayırır.
‘ÜLKEDE ARTIK KAYBEDECEK BİR NANOGRAM BİLE AKIL YOK!’
“Kant’ın Aydınlanma ile ilgili meşhur ifadesi ‘sapere aude’ (Aklını kullanma cesareti göster. Bilmeye cüret et.)” hiçbir çağda bu kadar güncel olmamıştı.
Çağımız aklını kullanma cesareti gösterme çağıdır. Aklını kullanmanın, ekmek gibi hava gibi temel ihtiyaç hâline geldiği bir çağdır. Bu ülkede artık kaybedecek ‘bir nanogram’ bile akıl yoktur. Günümüzde hâlâ ‘aklın tahakkümü’nden söz etmek için ya cahil ya da yalancı olmak gerekir.
Aklı savunmak zorundayız, çünkü akıl uyursa canavarlar türer. Kendi aklınla düşünmeye/akıllı olmaya cesaret et, başla!” (s.99)
Taylan Kara’nın biyografisini bulamadığım için kim olduğunu sağa-sola sordum ve “Edebiyat esnafı”nın bu adamı hiç sevmediğinin farkına vardım. Doğaldır: Nabza göre şerbet vermiyor ama bütün yaralı parmaklara işiyor.
Bu türden yazarları seviyorum: Önündekini ısırıp arkandakini tepeceksin.
Taylan Kara kıskandığım bir kitap yazmış. İtiraf ediyorum!
Edebiyatla Ahmaklaştırma Felsefeyle Çökertme 2 / Taylan Kara / Bulut Yayınları / 256 s. / 2020.
Özdemir İnce
Comments